Mesaj murattugcu tarafından Feb 19, 2014 14:36:52 GMT 2 tarihinde gönderildi
itu24.com sitesindeki gençlerin yayınlama nezaketini gösterdikleri öykümü paylaşmak istiyorum sizlerle. 3 bölümden oluşmaktadır ve son bölümü yazım aşamasındadır. bittiğinde buraya ekleyeceğim.
İTÜ’ LÜDEN EDEBİYATÇI OLUR MU? YA DA DAHA DOĞRUSU MÜHENDİSTEN?
BELKİ OLUR... BELKİ DE OLMAZ!
Denemeden bilemeyiz:
BEN HER SONBAHAR AŞIK OLURUM!
Küçük odada.. aynı kafası öne eğik siluetiyle. Aynıların aynısı. Ben her sonbahar aşık olurum diyen şarkılar dinlemekten yorulunca uykuya dalardı. aslında küçük bir çocuğun geç oldu yatmalısın faslından farksızdı göz kapaklarının hali. inadına açık , inadına direnen, inadına aşık. bazı geceler rüyasında göremeyeceği sevdalıklarından yaşayacağı kabusa direniyordu. onu hayal edemediği rüyasına misafir edemediği hiç bir gece onun için gece değildi. zindan karanlığında geçen zoraki misafirliklerdi. şarkı hala çalıyordu: ben her sonbahar aşık olurum....
1985 yılı sonbaharı, daha 0n dokuz yirmi yaşında, ilkbahar aylarını yaşayan bir istanbul köşesi. onun için bugün çok önemli. okula başlayacak. özgür ve hür bir başlangıç. heyecanlı aslında. ilk defa toplu taşıma ile okula hatta kendi mahallesinden öteye gidiyor. kafası çok karışık. bazen ayağının hareketleri bazen de dudaklarını ısırması bu karışıklığa şekil veriyor. bilmediği bir okul bilmediği bir düzen. adıda havalı okulun. daha şimdiden sıfatları kabul etmişti. en bedavasından avukat bey diyorlardı. savcı , hakim dahası da havada uçuşuyordu. oysa o, liseden çıktığı günden sonraki ikinci büyük travmayı yaşıyordu. soran eden yoktu. şimdi koca üniversitenin kapısından girecekti. adımları bir yavaşlıyor bir hızlanıyordu. ana kapıya yaklaştığında adımları düzene girse de, nefes alıp vermesi konuşması aynı düzende değildi. kısık bir sesle kapıdakine okulun yolunu sorup ; meramını anlatıp ilerlemeye başlamıştı. ağaçlar ne de uzundu. sanki karşılamaya gelmişlerdi. eylülden ekime geçişin izleri hala görünmese de sonbahar karşılaması gibi bir serinti yayılmıştı ortalığa . koca koca bir sürü ağaç...
ağaçların ardından kat ettiği yola baktı. bayağı mesafe gelmişti giriş kapısından. bir saat kulesi ve ileride binalar. ne kadar büyüktü. burayı benzetebileceği bir mekanda daha evvel soluk almadığından bayağı ürkmüştü. bu ürküntüyle Hukuk Fakültesi yazan kapıdan adım atmaya cesaret edemedi. sanki başka bir yer arıyormuş ya da mekanı çok iyi tanıyormuşcasına emin adımlarla ilerledi. etrafı iyiden iyiye inceliyordu. sanki etrafta ona zarar verecek biri ya da birileri vardı . bir iki tur atıp bahçede yeni yeni toplanan insanları süzdükten sonra kapıya yöneldi. Hukuk Fakültesi, A Kapısı... içeri adımını attığı anda ürküntüsü iyice arttı. soğuk duvarlar etraftaki duyuru panoları ve uzun koridorlara açılan bir giriş. 1985 yılının sonbaharından bir karede... boş çerçeveyi doldurmak üzere... karşısına çıkan ilk merdivenler... ağır ağır ilerleyişi. üst kata çıkmalıydı bunu anlamıştı. sessiz sakin ve ifadesiz bakışının altında yatan sezgileri ve onun gibi acemilerin hareket yönü üst katı işaret ediyordu. Öğrenci İşleri... ilerledi ve sıradaki öğrencilerin arasına karıştı. anladığı üzere yeni kayıt yazan pencerenin önünde sıraya girmeliydi. heyecanı, acemiliği ve ürküntüsü ile kabaran korkuları yavaş yavaş çekiliyordu. işlerini bitiren eline aldığı kağıt ile gidiyordu. birlikte gelenler, biribirine yardımcı olanlar, tek başına gelenler. tek başına... hep böyleydi. tek başına. özgür hayatın ilk günlerinden kendini kaptıranlar birlikte kız arkadaşlarıyla gelenler, eski aşıklar, yeni umutlar herkes bir aradalığın peşinde. ama o, tek başına! hep tek başına. sıra kendi geldi evraklar alındı verildi ve artık hukuk öğrencisiydi. her zamanki gibi büyüttüğü korkuları ve ürküntüsü yerini sükunete bırakmıştı. kalan evrakları aldı ve pencerenin önünden ayrıldı. binanın içini gezmek istiyordu artık. üste gelen bu cesaret dolu adımlarla bina içinde ilerlemeye başladı. sağa sola odalara bakıyordu. kapı üstlerinde yazan ve anlamlarını daha sonra öğreneceği ifadeleri inceliyordu. boş koridorlar, sıra sıra gri kapılar . hepsi kapalı. ilgisini daha da arttırsa da bu boşluk ve sessizlik daha fazla ilerleyemedi. hemen geldiği yöne geri döndü ve hızlı adımlar atmaya başladı. az önce ilgi duymadığı kalabalık onun için varılması gereken ilk hedef olmuştu. bir an önce aralarına karışıp kaybolmak istiyordu. sanki birinden kaçıyordu. kısa sürdü. aynı pencerenin yanındaydı. bekleyenlerin arasından geçti. gelenler ve gidenler arasında kendine ne yaptığı belirsiz bir hareket tarzı buldu. sağa sola baktı ve ortama uyum sağladığına emin olunca tekrar çıkışa yöneldi. normalleşmek bile bazen bu kadar vaktini alıyordu. kafasından geçenlerle görüntüsü uyumluydu. bunun farkında olması onu bazen daha da zora sokuyordu.
aynı saat kulesi ve ağaçların ona açtığı yol. sil baştan yaşamak lazım der gibi. çıkışa kadar girişteki kabuslarını hatırlatıyordu her şey. kafası nadir kaldırdığı anlardan birinde: iki gözünün gördüğü ama kulaklarının duymadığı bir an. kıpırdayan dudaklar bir şeyler söylüyordu. anlık bu duruştan sonra cevap verdi: anlayamadım, pardon! Hukuk Fakültesi, evet az ilerden devam edin saat kulesini geçince. Saat Kulesi? Evet şu ileride ki yüksek yapı , bakın saat kulesi! saat 14 30 ! kaydetmemek elde değil. kumral saçlar, ela gözler. saat 14 30! teşekkürler... ha, evet bir şey değil. ilerleyen hayalin ardına dönüp bir bakış. zorla! sanki herkes gibi belli etse... Neyse! ağaçların kuşattığı yolda tersine giderken az önceki rüzgarın sesi değişmişti. incelmiş sesiyle rüzgar ona bir şeyler fısıldıyordu artık. kapıya kadar git gidebilirsen artık... ben her sonbahar aşık olurum... şaşırıp kalmıştı. sudan çıkan balık daha cesurdu ondan. ifade etmeye ifade edemiyor, kendi yaptıklarına inanamıyor ve en iyi ifadeyle küçük bir şok yaşıyordu. bunca tezat duyguyu bir anda barındırmanın verdiği ürküntüyle, baktığı saat kulesi yönünden kafasını çevirdi. ağaçlarınn melodisine kapılmak için var gücüyle kendini ileri attı. kafasını çevirirken saatt gülümsemişti ona 14 32! 2 dakikada baştan aşağı değişebilen bir ruh! zorlamayla da olsa kapıya doğru ilerledi. çıkacaktı vazgeçti. beklesem, belki görürüm. görsem ne yaparım?... takip ederim. etsem ne olacak? kimdi o? zorla geldiği yolu öyle bir hızla geri yürüdü ki, ne ağaçların dur bekle acele etme seslerini ne de saatin şaşkın çatık kaşlı 14 40 ını gördü. fakültenin kapısındaydı. artık her noktasını bilircesine bir solukta pencerenin oraya gitti. yeni kayıt! oradaydı. koyu pembe bej kırmızı karışık kareli bir montu kumral saçları. gözlerini ezberlemişti. kıpırdayan dudaklar duyamadığı cümleler ama kesin ve net olan ela gözler. tahmin ettiği gibi kayıt, yeni kayıt! kendi tarihine düşülecek yeni kayıt: ben her sonbahar aşık olurum...
merhaba!
Merhaba. Ben Aylin.
Ben de Ela!
Hayırlı olsun yeni başlayacaksın anlaşılan.
Evet çok mu belli ediyorum.
Merak etme bende yeniyim iki gün oldu kayıt olalı.
Ne yapıyorsun burada, pazartesi değil mi derslerin başlaması?
E, öyle de alışmaya çalışıyorum ortama.
Ne güzel. Sen tecrübelisindir o zaman... Bir kantin mantin bir şey vardır herhalde . Biraz oturalım mı?
Olur da... çok heyecanlısın sen ya!
Yaaa, ne yapayım? Pazartesi den itibaren yeni bir hayat... ne bileyim işte korktum galiba biraz.
Kavanozundan yere dökülen balıklarım gibiyiz.
Kavanoz?
Ha! Evet kavanoz. Büyük bir kavanoz da iki balığım var. daha doğrusu vardı. Aslında hala var...Birkaç gün önce devrildi kavanoz... şangır şungur bir ses... Ardından, ablaaaaa...
balıklar? Öldü deme sakın!
Yok! koştum hemen! Sakar kardeşim devirmiş... çığlığı atınca, koştum. Yerde çırpınırlar ken hemen sürahinin içine attım.
Ay, öldüler diyeceksin sandım....
ölmediler de onların çırpınmalarıyla bizim bu halimiz arasında pek fark yok. Bizi kimse sürahiye de atmayacak.
Haklısın...
Aman boş ver! Zaten sürahiyi de annem kafamda kırdı. Artık sürahi de yok. Ben balıkları kurtardım ama. Annemin sürahisine balık atarsan.... Oooooo.....
ya konuştuklarımıza bak. Hukuk Fakültesi kantini ve balık alık muhabbeti. Biliyor musun iyi geldi bu!
Ne iyi geldi?
Sürahi....
(gülüşmeler)
Ela.. ela.......ela...
gözlerinin rengi adıymış meğersem.
Kantinde kenar masalardan birinde elinde bir bardak çay. İçiyor mu, içiyormuş gibi mi?
Ben her sonbahar aşık olurum... gözlerinin rengine.... gözlerinin rengine....
ne yapmalıyım diye düşündü. Bir şey yapmalıydı. Ne? Ne? Beklesemiydi? Ha ha! Çok farklı bir şey bulmuştu. Beklemek! Hiç beklemezdi hemen açık ederdi oysa! Bu yüzden tek başınaydı... tek başına! Bekleyecekti tabi! Ne yani iki dakikada mı değişecekti her şey! E tabii iki dakika.... hatırlasana 14 30 ..... 14 32... ela gözler. Bakmaya utanan sen. Peşinden koşup buraya kadar gelen sen. Çay alıp kenar masaya oturup dinleyen yine sen. Bayağı gelişme kat ettin bu yarım günde. Ulan daha sabah neler sayıklıyordun öyle. Ne yapacaksın. Bekleyeceksin elbet! Dur bakalım . Dur bakalım hiç demese ayda en az elli defa aynı şeyi kendine söylüyordu. Dur bakalım, izle bakalım ne olacak? Ulan ne olacak? Her şey olacağına varacak? İzlesen ne izlemesen ne! Sen neyapacaksan yap! Bir kere cesaret gösterde yap! Yok yok... Dur bakalım! Acele etme! Tadını çıkar. Gözleri ela. Adı da ela... yüzüne baktığında zihnine yerleştirdiği tek fotoğraf! Şimdilik bununla idare edeceksin. Hyecanlı ve bir o kadar da hoş! Ela gözlerinden saçılan ışıktan sağır olan kulakları bir iki saniye gecikmeyle de olsa duyabilmişti. Hukuk Fakültesi.. aynı okul... Evet, evet az ileride saat kulesinden sonra! 14 30 dan sonra kalakaldıydı. 14 32... iki dakika! Bir de derler ki iki dakkadan ne olur ? Neyse kızlar kalkıyor masadan. Görmesinler hemen arkana bak. Bakıyormuş gibi yap! Ya ne laf anlamazsın sen! Hani saklanmayacaktın. Dur , yahu sırası değil şimdi... hazır değilim... ne zaman olacaksınız küçük bey! Paket yapalım isterseniz. Kurdeleli hediye paketi! Tam sana göre... tama be, tamam! Pazartesi söz.. Vallahi söz! Susmayacağım. Konuşacağım. Söz! Bırak haydi yakamı! Adı elaymış. Gözlerin rengi adıymış. Ben her sonbahar aşık olurum....
Pazartesi.....
Başlangıçların çoğu bugünde olur. Pazartesi... cuma dan sonra bakarız. Ne zaman? Pazartesi... haydi bakalım! Başlayalım. koca kapıdan ilk kez ders için geçeçcekti ama asıl konu bu değildi. Asıl konu verdiği söz dü. Olsun mu olmasın mı diye beklediği pazartesi bütün ihtişamıyla gelmişti. Önceleri ayakları geri geri gitse de biraz mecburiyetten biraz liseden kalma korku imparatorlugunun eserinden ama en önemlisi ela gözlerinden... Adımlarını normale çeviren hatta hızlandıran sebep: ela gözlerinden... Hiç hazırlığı yoktu. Ne yapacaktı. Ne diyecekti ? Şey, e, ee, eeeee.... size ilk görüşte aşık oldum. Benimle arkadaş olur musunuz? Şey, eeeeeeee, e.e...eeeeeeeeee.... ben sizi çok beğeniyorum .... Eeeeeeeee! Yani ben aşık oldum. Bak sen küçük beye! Aşık olmuş muş muş.... Yaa böyle söylenir mi? Bari renklerine göre, mendiller güller de olsun. Hatta şu eski karttan da olabilir .... kenarları tırtıklı... evet, hayır ve düşünmek istiyorum. Ya da kartı aynen iade ederse! Eyvahlar olsun. Yahu aklını başına al. Bir süre geçsin . Yavaş yavaş tanışırsın. Sonrada açarsın durumu medenice konuşursun. Hele bir dur ne bu acelen. Belki .... Sus devam etme! Ağzına bile alma, düşünme bunu! Belki yok! Hayır demek yok. Ben sevdim onu! Bu kadar çabuk mu? Emin misin? Ya sus artık sus! Lütfen... bırak benim peşimi tamam acele etmeyeceğim söz! Koca kapı yıllardır kimleri neleri ağırladın. Sıra bende! Sonbaharından bir de ben geçeyim bakalaım. Ağaçlar merhaba! Sakinsiniz bugün. Bugün aslında çok güzel bir gün. Yine onu göreceğim. Sahi geçti mi buradan. bak! doğruyu söyleyin!
Yahu arkadaş bir kendine gel! Ağaçlarla konuşmak da neyin nesi? Toparlana düzelt üstünü başını . Bak bir aynaya... Hah tama . Saçları da düzelt. Düzelt, düzelt. Şimdi oldu! Doğru ilk derse... Şansın varsa Ela nın yakınına... yoksa pes etme koca amfi! Görürsün elbet! İlk ders hep burada olurmuş. Bir nevi Hoş geldin dersi. Konuşulanları dinleyip anlama kabiliyetinde üstüne yoktu. Konuşmak yok, anlamak çok. Ulan anladığını konuşmadıktan sonra kafaya ne gerek! Dank edince bu biraz düzelme egzersizlerine başlasa da pek sonuç alamamıştı. Neyse şimdi kişilik tahlilinin sırası değil. İlk ders son aşk! Bu sonbaharın aşkı. Ela! Hayatının aşkı! Hep aynı sıfatlar sonunda elde kalan: bitmek bilmeyen geceler. Hep aynı hüsran! Niye? Beceriksizsin oğlum! Beceriksiz. İfade yoksunu kalın kafalısın. Anla artık bunu. Değişmek için bir çaba göster!
Hukuk Fakültesi Amfi 1 . Hoş geldin, öğrenci! Bu ne ya! Bizim okul kadar neredeyse! Bu nasıl bir ortam? Biraz ilerleyip bir kenara ilişmeli hemen! Ne oldu hemen Ela nın yanına oturacaktın değil mi? Lise sırası mı sandın burayı! Koca üniversite, binlerce öğrenci.... Ne oldu senden çok var değil mi? Öyle lisede üniversiteyi kazanıp kasılan bir avuç içinde orta sıralarda olmaya benzemiyor! Okyanus burası oğlum, okyanus! Şaşkınlık sevinç gurur korku heyecan sinir ne varsa toplandı bedenine . Hepsi tek tek siniyor ruhuna! Böyle bir ortamda olmak ! Hayal gibi! Neyse asıl meseleye dönelim. Ela... Ela.. nerede bu kız? Ne çok kız var etrafta! Kırmızı bej koyu pembe! Hah gördüm ! Yuh! Aramızda en az on beş sıra var. acemi öğrenci erken gelmiş. Sen geç geldin de ne oldu? Az daha korkup çıkıyordun nereye geldim diye! Saat de yaklaşıyor hatta bir kaç dakika geçmiş bile! Ders başlayacak!
2. Bölüm
ders başlayalı tam 3 yıl oldu. Dersimi almaktan harap ve bitap düştüğüm ama yılmadığım bir gündü. bir nisan sabahıydı. 3. yılın son dönemecine giriyorduk. ben aynı bendim yine. hala bir formül bulamamıştım. kırmızı pembe bej ve ela gözler. ela gözler demişken ela hala yanımda yanı başımda . artık aramızda öyle onbeş sıra falan da yok.
e daha ne istiyorsun? eğdin yine yüzünü. anlaşıldı sen beceremeyeceksin bu işi. kimse var mı hayatında? benim mi? ha, senin... ya sabır! senin değil ela nın ? bildiğim kadarıyla yok. Güzeel... Güzel tabi ki çok güzel. gözleri ve adı aynı . kendi de aynı. bir ela bu kadar ela olabilirdi. hoppala! Güzel olan yani konumuz güzelliği değil. onu anladık. halinden belli. dimdik duruyorsun! mesele hayatında kimse olmaması. baka sana bir fikir vereyim. ha ha haa haaa! komik değil mi? kaçıncı fikir verişim kaçıncı fikir isteyişim. senden başka bir bedene, bir beyine bu kadar enerji sarf etseydim bir romeo çıkardı bir ferhat çıkardı be kardeşim! sen ne anlamaz ne korkak ne çabuk vazgeçen bir adamsın! ne kararsızsın sen be! Şimdi dinle sana en son ve vurucu ve de en parlak fikrimi söylüyorum. Git konuş! Git konuş Ela ile. Bu mudur fikrin? ne oldu beğenemedin değil mi? Sana kaçıncı defaya söylüyorum bırak kurmayı! Git konuş! bak eskisi gibi de değilsin. çok değiştin. hakikatten değiştin. sana çok şey kattı bu aşk! Tüüüh ağzımdan kaçtı! idare et. yalan mı aşıksın bal gibi de! bak kalp sıkma canımı! ne yaparsın durdurur musun beni? ha ha ha haaaaahhaahaa! neyse artık yeter bak bu güzel bahar gününde gel kırma beni! zaten her tarafım yara bere içinde. parçalarımı birleştiricem diye çarpınıp duruyorum. bir de ela yı gördüğündeki bana ezberlettiğin ritim de cabası. haydi artık üzme beni! gidelim yanına bak gelecek birazdan. her günkü gibi yerini aldın bekliyorsun. geleceği zamanı, gireceği dersi, kantindeki köşesini ezberlettin bize! ne yapalım diyor beynin düşünüyor ama her seferinde vazgeçiyor. Eeee… haydi inadı bırak! Bak sana gerçekten son bir teklifim var. Neymiş o? Gidip konuşayım mı? ha ha ha! yok be dinle gerçekten. dinleyecek misin? mecbursun zaten de, neyse bak anlatıyorum! bugün bu işi bitirelim ama sen her şeyi ama her şeyi bana bırak bir defa sadece ben idare edeyim seni. kalbinin sesini dinle ona uy bir defa! bak gerçekten senden rica ediyorum bana bırak idareyi bugünlük! Sana mı! Nasıl yani? ben ne dersem onu yapacaksın. sen yoksun bugun. sadece ben varım. beceremezsek ? Aman ha düşünme bile! ne demek beceremezsen? benim içine girip de halledemediğim bir konu mu biliyorsun hayatında? gel haydi çok düşünme ! düşündükçe vaz geçeceksin. yine iki tost bir çay ve günaydın, günaydın, naber, iyidir senden ne haber, hangi ders , ıvır zıvır , ......., bir dolu saçmalık. ben ne mi vaat ediyorum? hayatının aşkına ilk kez dokunabilmeyi, onunla konuşabilmeyi ve fark edilmeni vaat ediyorum. haydi canım! gülümsedin bak! sende hayat var oğlum! gel inat etme dinle beni. ben senin sesinim. sen her sonbahar aşık olursun ama kışını yaşarsın. ben sana dört mevsim vaat ediyorum. dinle sesini! sadece beni. sen her sonbaharda aşık olursun....
bugün cok farklı bir gün . ona sevdiğimi söyleyeceğim. Kıyafetlerimi sectim. Sacım başım da düzgün. Çok da abartmayalım… biraz doğallık fena olmaz. Herkes bir taraflarda. Anne ben çıkıyorum!............. Duymadı … Neyse biz işimize bakalım. Çıkalım bahçeye! Eveeet planımızı gözden geçirelim. Bugun sabah iki ders var ondan sonra boşuz. Tam iki saat. Muhtemelen kütüphaneye gidecek yine. Ama ben onu engelleyip; okulun dışında bir yere gitmeye ikna edeceğim. Nereye, nereye? Hah! Tamam. Sultanahmet te her zaman ki kafeye. Olur mu? Olur, olur! Zaten fazla ayrıntıya girmeyelim beceremeyeceğim diye ….. Hoop! Gene aynı sese takıldık! Benim ki , benimki! Tamam be! Anladık, seninki! Dur kafamı karıştırma! Orada otururken anlatacağım. Nerden başlasam? Heeey! Tamam dedin ya! Tamam, baştan başlayacağım ve hepsini anlatacağım.
Ela!
Efendim! Ne oldu?
Ela, gel biraz dışarı çıkalım.
Kütüphaneye…
Biliyorum ama gel bak hava çok güzel biraz dolaşalım bahçede! Bir gün de kütüphane sensiz bensiz kalsın. Ne olacak?
Hayırdır sende bir hal var ama… gidelim bakalım bahçeye!
E, haydi o zaman! Buyurun bu taraftan.
Bu ne şimdi? Nesi var bu çocuğun. Benimle ne alakası var bahçenin. Başka zaman ‘’iyi günler’’ ya da ‘’görüşürüz’’ der benden önce çıkardı sınıftan. Bir derdi mi var ya da bir şey mi soracak? Aslında bugün biraz değişik bir havası var ama yok ya ben abartıyorum galiba. Sadece biraz daha şık giyinmiş, saçlar biraz daha düzgün ama…Abartıyorum herhalde. Her zamanki gibi duruyor her şey. Belki de bir yere gidecek okuldan sonra. Kız arkadaşı falan vardır belki de . çok fazla şey anlatmıyor ki. Merhaba, merhaba… Nasıl oluyorsa hep yanımda ama. Bir şeye ihtiyacım olsa ya da ne bileyim işte hep yardımcı oluyor. Bir ara takip ediyor sandım ama yok etmiyor. Normal yani. Şimdide aynı bir fark yok. Yürüyor önden! Bahçeye dedi ya! Herhalde bir kenarda oturacağız. Bir şeyler anlatacak. Soracak belki de? Yoksa Aylin mi? Geçen gün gördüm . derslikte yan yanaydılar. Bir şey anlatıyordu bu ! ancak! Aylin dinlemiyor sadece bakıyordu! Aralarında bir şey mi var acaba? Bana Aylin i soracak besbelli. Eyvah, bugün de geç geleceği tuttu kızın. İyice meraklandım şimdi. Tuhaf bir rahatlama geldi esasında. Eğlenceli olacak bu konuşma ! bir günlük kütüphaneyi kırmaya değer yani!
Bahçeye geldik. Ne tarafa?
Ela…
Söyle bakalım şimdi ne var?
Gel ya dışarı gidelim. Lütfen!
Dışarı derken!
Ya, şu kafeye. Fazla uzağa değil korkma! Her zaman siz gidiyorsunuz ya! Şimdi de ben gidelim diyorum!
Sultanahmet’ e , kafeye, sen…
Haydi, Ela! Bırak dalga geçmeyi.
Tamam gidelim. Gidelim de bir ip ucu ver sende!
İp ucu yok. Gidelim bir kerede ben bakayım nasılmış.
Tamam …. Tamam… Gidiyoruz.
Sağol !
İlk aşamayı başardım. Şimdi derdimi de anlatırsam bayağı büyük bir yük kalkacak üstümden. Hele ki karşılık verirse… Verir ise benden daha mutlu bir insan olmayacak bu dünyada. Yılların ağırlığı , kiri ve pası silinecek üzerimden. Ellerini tutmak ve yüzüne dokunmak, onunla konuşabilmek. Sesini dinleyebilmek ve nefesinin hükmüne girmek… Aşk! Kalbim! Var ya; sesin çok güzelmiş!
Ne Sultanahmet i yaa! Neyse olsun ! bakalım ne çıkacak altından. Kesin benim tahmin ettiğim şey! Hali, tavrı bana sadece bunu çağrıştıryor. Bu kadar uzağa gitmesek de olurdu aslında. Gerçi uzak derken benim gibi kütüphane kurduna uzak! Yoksa kaç dakikalık yol ki? Keşke , Aylin görüp bir ağzını arayabilseydim. Ona göre konuşurdum. Bir şey sorarsa, ne diyeceğim ki şimdi? Neyse, bakayım falan derim oyalarım. Aylin e sormadan bir fikir beyan etmek olmaz şimdi! Ay, ne heyecanlıymış bu işler?
Gel , şöyle geçelim. Çok kalabalık değilmiş.
Bu saatte kalabalık olmaz. Genelde dersteler. Bizimki gibi az denk geliyor. Bir de müdavimler var tabi.
Bakıyorum da bayağı bilgilisiniz kafe işletmeciliğinde! Bir de gitmiyorum pek diyorsun.
Gözlemlerim çok sağlamdır. Hemen analiz ediveririm.
Bilmez miyim!
Ela, ne içersin veya başka bir şey!
Yok, sadece çay!
Ben de bir çay alayım.
E, dinliyorum artık. Sır küpü gibi konuşmadın o kadar yol yürüdük.
İstersen baştan başlayayım. Dinlersen tabi!
Dinlerim dinlemesine de, artık anlatsan!
Ela, ben yıllarca kapalı bir kutuda , bazen bir fanusta yaşar gibi yaşadım hayatımı. Hep kendimi soyutladım, dışladım her türlü ortamdan. Lisenin son iki yılı biraz kıpırdandım oradan da kapağı buraya attım. İlk günümü bir anlatsam ya da sizi ilk gördüğüm günü.
Bizi derken!
Aylin ve sen! İlk gündü. Hatta daha evveli var ya neyse! Dağıtmadan anlatayım. İlk dönemi hatırlar-sın biraz daha sessiz ve kenarda duran biriydim. Siz bir şekilde beni aranıza aldınız . sonrasında da çok değişmedim ama ilk günkü halimden de eser yok . Aylin in bundaki katkısı çok büyük. Ger-çekten bunu ancak yaşayan anlar, bilir. Şimdi ise bu yılların bana getirdiklerini kaybetmek istemeyişim ve ilk gün . ilk gün kafama kazınan hayal beni buraya getirdi.
Devamı ve mutlaka bitişi 3. bölümde. Sabrınız ve okuma nezaketiniz teşekkürler.
İTÜ’ LÜDEN EDEBİYATÇI OLUR MU? YA DA DAHA DOĞRUSU MÜHENDİSTEN?
BELKİ OLUR... BELKİ DE OLMAZ!
Denemeden bilemeyiz:
BEN HER SONBAHAR AŞIK OLURUM!
Küçük odada.. aynı kafası öne eğik siluetiyle. Aynıların aynısı. Ben her sonbahar aşık olurum diyen şarkılar dinlemekten yorulunca uykuya dalardı. aslında küçük bir çocuğun geç oldu yatmalısın faslından farksızdı göz kapaklarının hali. inadına açık , inadına direnen, inadına aşık. bazı geceler rüyasında göremeyeceği sevdalıklarından yaşayacağı kabusa direniyordu. onu hayal edemediği rüyasına misafir edemediği hiç bir gece onun için gece değildi. zindan karanlığında geçen zoraki misafirliklerdi. şarkı hala çalıyordu: ben her sonbahar aşık olurum....
1985 yılı sonbaharı, daha 0n dokuz yirmi yaşında, ilkbahar aylarını yaşayan bir istanbul köşesi. onun için bugün çok önemli. okula başlayacak. özgür ve hür bir başlangıç. heyecanlı aslında. ilk defa toplu taşıma ile okula hatta kendi mahallesinden öteye gidiyor. kafası çok karışık. bazen ayağının hareketleri bazen de dudaklarını ısırması bu karışıklığa şekil veriyor. bilmediği bir okul bilmediği bir düzen. adıda havalı okulun. daha şimdiden sıfatları kabul etmişti. en bedavasından avukat bey diyorlardı. savcı , hakim dahası da havada uçuşuyordu. oysa o, liseden çıktığı günden sonraki ikinci büyük travmayı yaşıyordu. soran eden yoktu. şimdi koca üniversitenin kapısından girecekti. adımları bir yavaşlıyor bir hızlanıyordu. ana kapıya yaklaştığında adımları düzene girse de, nefes alıp vermesi konuşması aynı düzende değildi. kısık bir sesle kapıdakine okulun yolunu sorup ; meramını anlatıp ilerlemeye başlamıştı. ağaçlar ne de uzundu. sanki karşılamaya gelmişlerdi. eylülden ekime geçişin izleri hala görünmese de sonbahar karşılaması gibi bir serinti yayılmıştı ortalığa . koca koca bir sürü ağaç...
ağaçların ardından kat ettiği yola baktı. bayağı mesafe gelmişti giriş kapısından. bir saat kulesi ve ileride binalar. ne kadar büyüktü. burayı benzetebileceği bir mekanda daha evvel soluk almadığından bayağı ürkmüştü. bu ürküntüyle Hukuk Fakültesi yazan kapıdan adım atmaya cesaret edemedi. sanki başka bir yer arıyormuş ya da mekanı çok iyi tanıyormuşcasına emin adımlarla ilerledi. etrafı iyiden iyiye inceliyordu. sanki etrafta ona zarar verecek biri ya da birileri vardı . bir iki tur atıp bahçede yeni yeni toplanan insanları süzdükten sonra kapıya yöneldi. Hukuk Fakültesi, A Kapısı... içeri adımını attığı anda ürküntüsü iyice arttı. soğuk duvarlar etraftaki duyuru panoları ve uzun koridorlara açılan bir giriş. 1985 yılının sonbaharından bir karede... boş çerçeveyi doldurmak üzere... karşısına çıkan ilk merdivenler... ağır ağır ilerleyişi. üst kata çıkmalıydı bunu anlamıştı. sessiz sakin ve ifadesiz bakışının altında yatan sezgileri ve onun gibi acemilerin hareket yönü üst katı işaret ediyordu. Öğrenci İşleri... ilerledi ve sıradaki öğrencilerin arasına karıştı. anladığı üzere yeni kayıt yazan pencerenin önünde sıraya girmeliydi. heyecanı, acemiliği ve ürküntüsü ile kabaran korkuları yavaş yavaş çekiliyordu. işlerini bitiren eline aldığı kağıt ile gidiyordu. birlikte gelenler, biribirine yardımcı olanlar, tek başına gelenler. tek başına... hep böyleydi. tek başına. özgür hayatın ilk günlerinden kendini kaptıranlar birlikte kız arkadaşlarıyla gelenler, eski aşıklar, yeni umutlar herkes bir aradalığın peşinde. ama o, tek başına! hep tek başına. sıra kendi geldi evraklar alındı verildi ve artık hukuk öğrencisiydi. her zamanki gibi büyüttüğü korkuları ve ürküntüsü yerini sükunete bırakmıştı. kalan evrakları aldı ve pencerenin önünden ayrıldı. binanın içini gezmek istiyordu artık. üste gelen bu cesaret dolu adımlarla bina içinde ilerlemeye başladı. sağa sola odalara bakıyordu. kapı üstlerinde yazan ve anlamlarını daha sonra öğreneceği ifadeleri inceliyordu. boş koridorlar, sıra sıra gri kapılar . hepsi kapalı. ilgisini daha da arttırsa da bu boşluk ve sessizlik daha fazla ilerleyemedi. hemen geldiği yöne geri döndü ve hızlı adımlar atmaya başladı. az önce ilgi duymadığı kalabalık onun için varılması gereken ilk hedef olmuştu. bir an önce aralarına karışıp kaybolmak istiyordu. sanki birinden kaçıyordu. kısa sürdü. aynı pencerenin yanındaydı. bekleyenlerin arasından geçti. gelenler ve gidenler arasında kendine ne yaptığı belirsiz bir hareket tarzı buldu. sağa sola baktı ve ortama uyum sağladığına emin olunca tekrar çıkışa yöneldi. normalleşmek bile bazen bu kadar vaktini alıyordu. kafasından geçenlerle görüntüsü uyumluydu. bunun farkında olması onu bazen daha da zora sokuyordu.
aynı saat kulesi ve ağaçların ona açtığı yol. sil baştan yaşamak lazım der gibi. çıkışa kadar girişteki kabuslarını hatırlatıyordu her şey. kafası nadir kaldırdığı anlardan birinde: iki gözünün gördüğü ama kulaklarının duymadığı bir an. kıpırdayan dudaklar bir şeyler söylüyordu. anlık bu duruştan sonra cevap verdi: anlayamadım, pardon! Hukuk Fakültesi, evet az ilerden devam edin saat kulesini geçince. Saat Kulesi? Evet şu ileride ki yüksek yapı , bakın saat kulesi! saat 14 30 ! kaydetmemek elde değil. kumral saçlar, ela gözler. saat 14 30! teşekkürler... ha, evet bir şey değil. ilerleyen hayalin ardına dönüp bir bakış. zorla! sanki herkes gibi belli etse... Neyse! ağaçların kuşattığı yolda tersine giderken az önceki rüzgarın sesi değişmişti. incelmiş sesiyle rüzgar ona bir şeyler fısıldıyordu artık. kapıya kadar git gidebilirsen artık... ben her sonbahar aşık olurum... şaşırıp kalmıştı. sudan çıkan balık daha cesurdu ondan. ifade etmeye ifade edemiyor, kendi yaptıklarına inanamıyor ve en iyi ifadeyle küçük bir şok yaşıyordu. bunca tezat duyguyu bir anda barındırmanın verdiği ürküntüyle, baktığı saat kulesi yönünden kafasını çevirdi. ağaçlarınn melodisine kapılmak için var gücüyle kendini ileri attı. kafasını çevirirken saatt gülümsemişti ona 14 32! 2 dakikada baştan aşağı değişebilen bir ruh! zorlamayla da olsa kapıya doğru ilerledi. çıkacaktı vazgeçti. beklesem, belki görürüm. görsem ne yaparım?... takip ederim. etsem ne olacak? kimdi o? zorla geldiği yolu öyle bir hızla geri yürüdü ki, ne ağaçların dur bekle acele etme seslerini ne de saatin şaşkın çatık kaşlı 14 40 ını gördü. fakültenin kapısındaydı. artık her noktasını bilircesine bir solukta pencerenin oraya gitti. yeni kayıt! oradaydı. koyu pembe bej kırmızı karışık kareli bir montu kumral saçları. gözlerini ezberlemişti. kıpırdayan dudaklar duyamadığı cümleler ama kesin ve net olan ela gözler. tahmin ettiği gibi kayıt, yeni kayıt! kendi tarihine düşülecek yeni kayıt: ben her sonbahar aşık olurum...
merhaba!
Merhaba. Ben Aylin.
Ben de Ela!
Hayırlı olsun yeni başlayacaksın anlaşılan.
Evet çok mu belli ediyorum.
Merak etme bende yeniyim iki gün oldu kayıt olalı.
Ne yapıyorsun burada, pazartesi değil mi derslerin başlaması?
E, öyle de alışmaya çalışıyorum ortama.
Ne güzel. Sen tecrübelisindir o zaman... Bir kantin mantin bir şey vardır herhalde . Biraz oturalım mı?
Olur da... çok heyecanlısın sen ya!
Yaaa, ne yapayım? Pazartesi den itibaren yeni bir hayat... ne bileyim işte korktum galiba biraz.
Kavanozundan yere dökülen balıklarım gibiyiz.
Kavanoz?
Ha! Evet kavanoz. Büyük bir kavanoz da iki balığım var. daha doğrusu vardı. Aslında hala var...Birkaç gün önce devrildi kavanoz... şangır şungur bir ses... Ardından, ablaaaaa...
balıklar? Öldü deme sakın!
Yok! koştum hemen! Sakar kardeşim devirmiş... çığlığı atınca, koştum. Yerde çırpınırlar ken hemen sürahinin içine attım.
Ay, öldüler diyeceksin sandım....
ölmediler de onların çırpınmalarıyla bizim bu halimiz arasında pek fark yok. Bizi kimse sürahiye de atmayacak.
Haklısın...
Aman boş ver! Zaten sürahiyi de annem kafamda kırdı. Artık sürahi de yok. Ben balıkları kurtardım ama. Annemin sürahisine balık atarsan.... Oooooo.....
ya konuştuklarımıza bak. Hukuk Fakültesi kantini ve balık alık muhabbeti. Biliyor musun iyi geldi bu!
Ne iyi geldi?
Sürahi....
(gülüşmeler)
Ela.. ela.......ela...
gözlerinin rengi adıymış meğersem.
Kantinde kenar masalardan birinde elinde bir bardak çay. İçiyor mu, içiyormuş gibi mi?
Ben her sonbahar aşık olurum... gözlerinin rengine.... gözlerinin rengine....
ne yapmalıyım diye düşündü. Bir şey yapmalıydı. Ne? Ne? Beklesemiydi? Ha ha! Çok farklı bir şey bulmuştu. Beklemek! Hiç beklemezdi hemen açık ederdi oysa! Bu yüzden tek başınaydı... tek başına! Bekleyecekti tabi! Ne yani iki dakikada mı değişecekti her şey! E tabii iki dakika.... hatırlasana 14 30 ..... 14 32... ela gözler. Bakmaya utanan sen. Peşinden koşup buraya kadar gelen sen. Çay alıp kenar masaya oturup dinleyen yine sen. Bayağı gelişme kat ettin bu yarım günde. Ulan daha sabah neler sayıklıyordun öyle. Ne yapacaksın. Bekleyeceksin elbet! Dur bakalım . Dur bakalım hiç demese ayda en az elli defa aynı şeyi kendine söylüyordu. Dur bakalım, izle bakalım ne olacak? Ulan ne olacak? Her şey olacağına varacak? İzlesen ne izlemesen ne! Sen neyapacaksan yap! Bir kere cesaret gösterde yap! Yok yok... Dur bakalım! Acele etme! Tadını çıkar. Gözleri ela. Adı da ela... yüzüne baktığında zihnine yerleştirdiği tek fotoğraf! Şimdilik bununla idare edeceksin. Hyecanlı ve bir o kadar da hoş! Ela gözlerinden saçılan ışıktan sağır olan kulakları bir iki saniye gecikmeyle de olsa duyabilmişti. Hukuk Fakültesi.. aynı okul... Evet, evet az ileride saat kulesinden sonra! 14 30 dan sonra kalakaldıydı. 14 32... iki dakika! Bir de derler ki iki dakkadan ne olur ? Neyse kızlar kalkıyor masadan. Görmesinler hemen arkana bak. Bakıyormuş gibi yap! Ya ne laf anlamazsın sen! Hani saklanmayacaktın. Dur , yahu sırası değil şimdi... hazır değilim... ne zaman olacaksınız küçük bey! Paket yapalım isterseniz. Kurdeleli hediye paketi! Tam sana göre... tama be, tamam! Pazartesi söz.. Vallahi söz! Susmayacağım. Konuşacağım. Söz! Bırak haydi yakamı! Adı elaymış. Gözlerin rengi adıymış. Ben her sonbahar aşık olurum....
Pazartesi.....
Başlangıçların çoğu bugünde olur. Pazartesi... cuma dan sonra bakarız. Ne zaman? Pazartesi... haydi bakalım! Başlayalım. koca kapıdan ilk kez ders için geçeçcekti ama asıl konu bu değildi. Asıl konu verdiği söz dü. Olsun mu olmasın mı diye beklediği pazartesi bütün ihtişamıyla gelmişti. Önceleri ayakları geri geri gitse de biraz mecburiyetten biraz liseden kalma korku imparatorlugunun eserinden ama en önemlisi ela gözlerinden... Adımlarını normale çeviren hatta hızlandıran sebep: ela gözlerinden... Hiç hazırlığı yoktu. Ne yapacaktı. Ne diyecekti ? Şey, e, ee, eeeee.... size ilk görüşte aşık oldum. Benimle arkadaş olur musunuz? Şey, eeeeeeee, e.e...eeeeeeeeee.... ben sizi çok beğeniyorum .... Eeeeeeeee! Yani ben aşık oldum. Bak sen küçük beye! Aşık olmuş muş muş.... Yaa böyle söylenir mi? Bari renklerine göre, mendiller güller de olsun. Hatta şu eski karttan da olabilir .... kenarları tırtıklı... evet, hayır ve düşünmek istiyorum. Ya da kartı aynen iade ederse! Eyvahlar olsun. Yahu aklını başına al. Bir süre geçsin . Yavaş yavaş tanışırsın. Sonrada açarsın durumu medenice konuşursun. Hele bir dur ne bu acelen. Belki .... Sus devam etme! Ağzına bile alma, düşünme bunu! Belki yok! Hayır demek yok. Ben sevdim onu! Bu kadar çabuk mu? Emin misin? Ya sus artık sus! Lütfen... bırak benim peşimi tamam acele etmeyeceğim söz! Koca kapı yıllardır kimleri neleri ağırladın. Sıra bende! Sonbaharından bir de ben geçeyim bakalaım. Ağaçlar merhaba! Sakinsiniz bugün. Bugün aslında çok güzel bir gün. Yine onu göreceğim. Sahi geçti mi buradan. bak! doğruyu söyleyin!
Yahu arkadaş bir kendine gel! Ağaçlarla konuşmak da neyin nesi? Toparlana düzelt üstünü başını . Bak bir aynaya... Hah tama . Saçları da düzelt. Düzelt, düzelt. Şimdi oldu! Doğru ilk derse... Şansın varsa Ela nın yakınına... yoksa pes etme koca amfi! Görürsün elbet! İlk ders hep burada olurmuş. Bir nevi Hoş geldin dersi. Konuşulanları dinleyip anlama kabiliyetinde üstüne yoktu. Konuşmak yok, anlamak çok. Ulan anladığını konuşmadıktan sonra kafaya ne gerek! Dank edince bu biraz düzelme egzersizlerine başlasa da pek sonuç alamamıştı. Neyse şimdi kişilik tahlilinin sırası değil. İlk ders son aşk! Bu sonbaharın aşkı. Ela! Hayatının aşkı! Hep aynı sıfatlar sonunda elde kalan: bitmek bilmeyen geceler. Hep aynı hüsran! Niye? Beceriksizsin oğlum! Beceriksiz. İfade yoksunu kalın kafalısın. Anla artık bunu. Değişmek için bir çaba göster!
Hukuk Fakültesi Amfi 1 . Hoş geldin, öğrenci! Bu ne ya! Bizim okul kadar neredeyse! Bu nasıl bir ortam? Biraz ilerleyip bir kenara ilişmeli hemen! Ne oldu hemen Ela nın yanına oturacaktın değil mi? Lise sırası mı sandın burayı! Koca üniversite, binlerce öğrenci.... Ne oldu senden çok var değil mi? Öyle lisede üniversiteyi kazanıp kasılan bir avuç içinde orta sıralarda olmaya benzemiyor! Okyanus burası oğlum, okyanus! Şaşkınlık sevinç gurur korku heyecan sinir ne varsa toplandı bedenine . Hepsi tek tek siniyor ruhuna! Böyle bir ortamda olmak ! Hayal gibi! Neyse asıl meseleye dönelim. Ela... Ela.. nerede bu kız? Ne çok kız var etrafta! Kırmızı bej koyu pembe! Hah gördüm ! Yuh! Aramızda en az on beş sıra var. acemi öğrenci erken gelmiş. Sen geç geldin de ne oldu? Az daha korkup çıkıyordun nereye geldim diye! Saat de yaklaşıyor hatta bir kaç dakika geçmiş bile! Ders başlayacak!
2. Bölüm
ders başlayalı tam 3 yıl oldu. Dersimi almaktan harap ve bitap düştüğüm ama yılmadığım bir gündü. bir nisan sabahıydı. 3. yılın son dönemecine giriyorduk. ben aynı bendim yine. hala bir formül bulamamıştım. kırmızı pembe bej ve ela gözler. ela gözler demişken ela hala yanımda yanı başımda . artık aramızda öyle onbeş sıra falan da yok.
e daha ne istiyorsun? eğdin yine yüzünü. anlaşıldı sen beceremeyeceksin bu işi. kimse var mı hayatında? benim mi? ha, senin... ya sabır! senin değil ela nın ? bildiğim kadarıyla yok. Güzeel... Güzel tabi ki çok güzel. gözleri ve adı aynı . kendi de aynı. bir ela bu kadar ela olabilirdi. hoppala! Güzel olan yani konumuz güzelliği değil. onu anladık. halinden belli. dimdik duruyorsun! mesele hayatında kimse olmaması. baka sana bir fikir vereyim. ha ha haa haaa! komik değil mi? kaçıncı fikir verişim kaçıncı fikir isteyişim. senden başka bir bedene, bir beyine bu kadar enerji sarf etseydim bir romeo çıkardı bir ferhat çıkardı be kardeşim! sen ne anlamaz ne korkak ne çabuk vazgeçen bir adamsın! ne kararsızsın sen be! Şimdi dinle sana en son ve vurucu ve de en parlak fikrimi söylüyorum. Git konuş! Git konuş Ela ile. Bu mudur fikrin? ne oldu beğenemedin değil mi? Sana kaçıncı defaya söylüyorum bırak kurmayı! Git konuş! bak eskisi gibi de değilsin. çok değiştin. hakikatten değiştin. sana çok şey kattı bu aşk! Tüüüh ağzımdan kaçtı! idare et. yalan mı aşıksın bal gibi de! bak kalp sıkma canımı! ne yaparsın durdurur musun beni? ha ha ha haaaaahhaahaa! neyse artık yeter bak bu güzel bahar gününde gel kırma beni! zaten her tarafım yara bere içinde. parçalarımı birleştiricem diye çarpınıp duruyorum. bir de ela yı gördüğündeki bana ezberlettiğin ritim de cabası. haydi artık üzme beni! gidelim yanına bak gelecek birazdan. her günkü gibi yerini aldın bekliyorsun. geleceği zamanı, gireceği dersi, kantindeki köşesini ezberlettin bize! ne yapalım diyor beynin düşünüyor ama her seferinde vazgeçiyor. Eeee… haydi inadı bırak! Bak sana gerçekten son bir teklifim var. Neymiş o? Gidip konuşayım mı? ha ha ha! yok be dinle gerçekten. dinleyecek misin? mecbursun zaten de, neyse bak anlatıyorum! bugün bu işi bitirelim ama sen her şeyi ama her şeyi bana bırak bir defa sadece ben idare edeyim seni. kalbinin sesini dinle ona uy bir defa! bak gerçekten senden rica ediyorum bana bırak idareyi bugünlük! Sana mı! Nasıl yani? ben ne dersem onu yapacaksın. sen yoksun bugun. sadece ben varım. beceremezsek ? Aman ha düşünme bile! ne demek beceremezsen? benim içine girip de halledemediğim bir konu mu biliyorsun hayatında? gel haydi çok düşünme ! düşündükçe vaz geçeceksin. yine iki tost bir çay ve günaydın, günaydın, naber, iyidir senden ne haber, hangi ders , ıvır zıvır , ......., bir dolu saçmalık. ben ne mi vaat ediyorum? hayatının aşkına ilk kez dokunabilmeyi, onunla konuşabilmeyi ve fark edilmeni vaat ediyorum. haydi canım! gülümsedin bak! sende hayat var oğlum! gel inat etme dinle beni. ben senin sesinim. sen her sonbahar aşık olursun ama kışını yaşarsın. ben sana dört mevsim vaat ediyorum. dinle sesini! sadece beni. sen her sonbaharda aşık olursun....
bugün cok farklı bir gün . ona sevdiğimi söyleyeceğim. Kıyafetlerimi sectim. Sacım başım da düzgün. Çok da abartmayalım… biraz doğallık fena olmaz. Herkes bir taraflarda. Anne ben çıkıyorum!............. Duymadı … Neyse biz işimize bakalım. Çıkalım bahçeye! Eveeet planımızı gözden geçirelim. Bugun sabah iki ders var ondan sonra boşuz. Tam iki saat. Muhtemelen kütüphaneye gidecek yine. Ama ben onu engelleyip; okulun dışında bir yere gitmeye ikna edeceğim. Nereye, nereye? Hah! Tamam. Sultanahmet te her zaman ki kafeye. Olur mu? Olur, olur! Zaten fazla ayrıntıya girmeyelim beceremeyeceğim diye ….. Hoop! Gene aynı sese takıldık! Benim ki , benimki! Tamam be! Anladık, seninki! Dur kafamı karıştırma! Orada otururken anlatacağım. Nerden başlasam? Heeey! Tamam dedin ya! Tamam, baştan başlayacağım ve hepsini anlatacağım.
Ela!
Efendim! Ne oldu?
Ela, gel biraz dışarı çıkalım.
Kütüphaneye…
Biliyorum ama gel bak hava çok güzel biraz dolaşalım bahçede! Bir gün de kütüphane sensiz bensiz kalsın. Ne olacak?
Hayırdır sende bir hal var ama… gidelim bakalım bahçeye!
E, haydi o zaman! Buyurun bu taraftan.
Bu ne şimdi? Nesi var bu çocuğun. Benimle ne alakası var bahçenin. Başka zaman ‘’iyi günler’’ ya da ‘’görüşürüz’’ der benden önce çıkardı sınıftan. Bir derdi mi var ya da bir şey mi soracak? Aslında bugün biraz değişik bir havası var ama yok ya ben abartıyorum galiba. Sadece biraz daha şık giyinmiş, saçlar biraz daha düzgün ama…Abartıyorum herhalde. Her zamanki gibi duruyor her şey. Belki de bir yere gidecek okuldan sonra. Kız arkadaşı falan vardır belki de . çok fazla şey anlatmıyor ki. Merhaba, merhaba… Nasıl oluyorsa hep yanımda ama. Bir şeye ihtiyacım olsa ya da ne bileyim işte hep yardımcı oluyor. Bir ara takip ediyor sandım ama yok etmiyor. Normal yani. Şimdide aynı bir fark yok. Yürüyor önden! Bahçeye dedi ya! Herhalde bir kenarda oturacağız. Bir şeyler anlatacak. Soracak belki de? Yoksa Aylin mi? Geçen gün gördüm . derslikte yan yanaydılar. Bir şey anlatıyordu bu ! ancak! Aylin dinlemiyor sadece bakıyordu! Aralarında bir şey mi var acaba? Bana Aylin i soracak besbelli. Eyvah, bugün de geç geleceği tuttu kızın. İyice meraklandım şimdi. Tuhaf bir rahatlama geldi esasında. Eğlenceli olacak bu konuşma ! bir günlük kütüphaneyi kırmaya değer yani!
Bahçeye geldik. Ne tarafa?
Ela…
Söyle bakalım şimdi ne var?
Gel ya dışarı gidelim. Lütfen!
Dışarı derken!
Ya, şu kafeye. Fazla uzağa değil korkma! Her zaman siz gidiyorsunuz ya! Şimdi de ben gidelim diyorum!
Sultanahmet’ e , kafeye, sen…
Haydi, Ela! Bırak dalga geçmeyi.
Tamam gidelim. Gidelim de bir ip ucu ver sende!
İp ucu yok. Gidelim bir kerede ben bakayım nasılmış.
Tamam …. Tamam… Gidiyoruz.
Sağol !
İlk aşamayı başardım. Şimdi derdimi de anlatırsam bayağı büyük bir yük kalkacak üstümden. Hele ki karşılık verirse… Verir ise benden daha mutlu bir insan olmayacak bu dünyada. Yılların ağırlığı , kiri ve pası silinecek üzerimden. Ellerini tutmak ve yüzüne dokunmak, onunla konuşabilmek. Sesini dinleyebilmek ve nefesinin hükmüne girmek… Aşk! Kalbim! Var ya; sesin çok güzelmiş!
Ne Sultanahmet i yaa! Neyse olsun ! bakalım ne çıkacak altından. Kesin benim tahmin ettiğim şey! Hali, tavrı bana sadece bunu çağrıştıryor. Bu kadar uzağa gitmesek de olurdu aslında. Gerçi uzak derken benim gibi kütüphane kurduna uzak! Yoksa kaç dakikalık yol ki? Keşke , Aylin görüp bir ağzını arayabilseydim. Ona göre konuşurdum. Bir şey sorarsa, ne diyeceğim ki şimdi? Neyse, bakayım falan derim oyalarım. Aylin e sormadan bir fikir beyan etmek olmaz şimdi! Ay, ne heyecanlıymış bu işler?
Gel , şöyle geçelim. Çok kalabalık değilmiş.
Bu saatte kalabalık olmaz. Genelde dersteler. Bizimki gibi az denk geliyor. Bir de müdavimler var tabi.
Bakıyorum da bayağı bilgilisiniz kafe işletmeciliğinde! Bir de gitmiyorum pek diyorsun.
Gözlemlerim çok sağlamdır. Hemen analiz ediveririm.
Bilmez miyim!
Ela, ne içersin veya başka bir şey!
Yok, sadece çay!
Ben de bir çay alayım.
E, dinliyorum artık. Sır küpü gibi konuşmadın o kadar yol yürüdük.
İstersen baştan başlayayım. Dinlersen tabi!
Dinlerim dinlemesine de, artık anlatsan!
Ela, ben yıllarca kapalı bir kutuda , bazen bir fanusta yaşar gibi yaşadım hayatımı. Hep kendimi soyutladım, dışladım her türlü ortamdan. Lisenin son iki yılı biraz kıpırdandım oradan da kapağı buraya attım. İlk günümü bir anlatsam ya da sizi ilk gördüğüm günü.
Bizi derken!
Aylin ve sen! İlk gündü. Hatta daha evveli var ya neyse! Dağıtmadan anlatayım. İlk dönemi hatırlar-sın biraz daha sessiz ve kenarda duran biriydim. Siz bir şekilde beni aranıza aldınız . sonrasında da çok değişmedim ama ilk günkü halimden de eser yok . Aylin in bundaki katkısı çok büyük. Ger-çekten bunu ancak yaşayan anlar, bilir. Şimdi ise bu yılların bana getirdiklerini kaybetmek istemeyişim ve ilk gün . ilk gün kafama kazınan hayal beni buraya getirdi.
Devamı ve mutlaka bitişi 3. bölümde. Sabrınız ve okuma nezaketiniz teşekkürler.